Tarık, turizm sektöründe aşçı olarak çalıştıktan sonra arkadaşı ile iş kurmak için Brezilya’ya gitmiş. 5 yıl kaldığı ülkede, kısa sürede zengin olmuş ve lüks bir hayat yaşamaya başlamış. Bu arada her türlü gayri meşru zevke batmış. Kumardan büyük paralar kazanmış.
Arjantinli müslüman bir arkadaşı kendisini ramazanda Kadir gecesi programına davet etmiş. Halbuki onun Ramazan ayının başladığından bile haberi yokmuş. Program mekanında içine müthiş bir sıkıntı basmış.
Namazdan sonra imam tanışalım demiş. Herkes kendini tanıtırken Osman’a sıra geldiğinde dili tutulup kalmış. Bir ara adeta kendinden geçtiğini hissetmiş. Üçüncü kekelemeden sonra kendi işinden, arabasından, lüks yaşamından bahsetmeye başlamış. Tabi etrafındaki Brezilyalı müslümanlar da onun her anlatışında “maşaallah” diyerek onu takdir etmişler.
Tarık, oradakilerin hepsinin, hristiyan olarak gayri meşru zevklerin içinden geldiklerini ve müslüman olduklarını fark etmiş. Kendisi ise müslüman olarak başladığı hayatta her türlü çirkinliğin içine batmış durumdaymış. Oysa kendisi oniki yaşında iken camide müezzinlik yapıyormuş.
Ertesi gün ani bir kararla Türkiye’ye dönmüş. Askere gitmiş. Askerde asabi tavırlarıyla problemler yaşamış. Artık hayatının mutsuz ve sıkıntılı dönemi başlamış.
İç daralması, işlerinin ters gitmesi, öfke, vesvese, kararsızlık, istikrarsızlık, ikili ilişkilerde zayıflama dönemine girmiş.
Üniversite yıllarında maddi yönden çok sıkıntı çektiği dönemde, “Ben çalışıyorum onlar rahat, ben neden değilim şeklinde.” Allah’a(cc) ve kadere karşı isyanda bulunmuş.
“Allah’tan istekte bulunun. Allah kendisinden talepte bulunanları sever. En faziletli ibadet, sıkıntıların giderilmesini (yakında biteceğini düşünerek, bunu Allah’tan ümit ederek) beklemektir.” (Tirmizi, Daavat, 115)
Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır. Bazen sahip olmamak daha hayırlıdır. Dünyalık talepler konusunda sebepleri yerine getirerek hayırlısını istemeli, illa da olsun dememeli.